anasayfa

24 Aralık 2013 Salı





BİLMECE
Hacivat (Gelir.): Karagöz’üm, ben sana bir şey söyleyeceğim.
Karagöz: Söyle bakalım.
Hacivat: Bilmece bilir misin?
Karagöz: Maşallah!
Hacivat: Efendim?
Karagöz: Maşallah!
Hacivat: Demek bilirsin!
Karagöz: Hem de nasıl…
Hacivat: Yaa!
Karagöz: Yaa! Ne sandın? Bilmece demek ben demek, ben demek bilmece demek. Söyle bilmeceni, al cevabını!
Hacivat: Peki Karagöz’üm, bir tane sorayım.
Karagöz: Sor bakalım.
Hacivat: “Sokakta aldım bir tane, evde oldu bin tane.” Nedir bu, bil bakalım?
Karagöz: Bunu bilmeyecek ne var?
Hacivat: Ne peki?
Karagöz: Tahtakurusu.
Hacivat: Hay körolmayasıca Karagöz’üm.Tahtakurusu olur mu?
Karagöz: Pekâlâ olur. Sokaktan bir tane kap da evde nasıl çoğalırlar gör.
Hacivat: Benim söylediğim bilmece nar.
Karagöz: Haaa, nar. (Güler.) He he heee!
Hacivat: Bir tane daha sorayım mı?
Karagöz: Sor bakalım?
Hacivat: Efendim,”Çınçınlı hamam, kubbesi tamam, bir gelin aldım, babası imam.”
Karagöz: (Atılır.) Onu bilirim. Hacivat: Kim?
Karagöz: Bizim mahallenin imamının kızı.
Hacivat: Değil Karagöz’üm. Bu benim söylediğim başka bir şey. Canlı değil fakat canlı gibi. Efendime söyleyeyim çalışır.
Karagöz: (Düşünür.) Canlı değil de canlı gibi Canlı gibi, canlı gibi… Bildim Hacivat! Hamam kurnası
Hacivat: Bilemedin, yahu saat derler buna saat… Hani sen bilmece biliyordun
Karagöz: Biliyordum ama unutmuşum…
Hacivat: Bir tane daha sorayım mı?
Karagöz: Sor bakalım.
Hacivat:”Yer altında kırmızı minare.”
Karagöz: Kim bilmez onu yahu?
Hacivat: Neymiş bakalım?
Karagöz: Kırmızı minare işte.
Hacivat: Değil! Bu yenir.
Karagöz: Yenir mi? (Düşünür.) Bilemedim.
Hacivat: Efendim, havuç.
Karagöz: (Hacivat’ı dövmeye başlar.) Sen de tokatları ye avuç avuç!
Hacivat: Dur Karagöz’üm, bir tane daha soracağım. Bilemezsen karışmam.
Karagöz: Hadi sor, bakalım.
Hacivat: “Bir ufacık fıçıcık, içi dolu turşucuk.”
Karagöz: Turşu fıçısı.
Hacivat: Değil efendim.
Karagöz: Fıçı turşusu.
Hacivat: Değil canım.
Karagöz: Lahana turşusu.
Hacivat: Değil gözüm.
Karagöz: Pırasa turşusu.
Hacivat: Değil ciğerim.
Karagöz: Turşuların turşusu.
Hacivat: Değil Karagöz’üm, değil. “Bir ufacık fıçıcık, içi dolu turşucuk” Karagöz: Adam turşusu.
Hacivat: Bak Karagöz’üm. Benim sorduğum bilmece hastalara şifa, dertlilere deva…
Karagöz: Verin şu fakire beş on para sadaka…
Hacivat: Ne oluyor Karagöz’üm?
Karagöz: Ne olacak. Dilenci duası yapıyorsun.
Hacivat: Bir ipucu daha vereyim. Sana sorduğum bilmece sarıca, suluca. Karagöz: Haaa, bildim! Aksaray hamamı.
Hacivat: Öyle değil efendim… Şimdi Karagöz’üm, seninle burdan kalksak…
Karagöz: Evet.
Hacivat: Bir misafirliğe gitsek.
Karagöz: Gitsek.
Hacivat: Efendim, kapıyı çalarız.
Karagöz: Neye çalıyoruz kapıyı?
Hacivat: Efendim, yani kapıyı açsınlar diye.
Karagöz: Haa… Ben de kapıyı şöyle gizlice aşıracaksın sandım.
Hacivat: Efendim, bize kapıyı açarlar mı? Karagöz: Açarlar.
Hacivat: “Buyurun” derler değil mi? Karagöz: Ya demezlerse?
Hacivat: Canım, derler. Efendim, gider misafir odasında otururuz. Bize birer kahve, birer de çay getirirler.
Karagöz: Ya getirmezlerse?
Hacivat: Canım, getirirler.
Karagöz: Getirirler, getirirler.
Hacivat: Efendim, hatta yemek vakti gelince tabi bize bir yemek yedirecekler.
Karagöz: Kim yedirecek yahu?
Hacivat: Kim yedirecek, ev sahibi.
Karagöz: Haa, ev sahibi.
Hacivat: Efendim, yemek vakti gelip de yemek yedirecekleri zaman, ilkönce yemek odasının ortasına bir şey sererler. Ne sererler Karagöz’üm?
Karagöz: Yemek odasının ortasına mı? Hacivat: Evet.
Karagöz: Çamaşır sererler.
Hacivat: Canım, ne münasebeti var?
Karagöz: Sokakta yağmur, yağış olur, kurusun diye.
Hacivat: Hayır efendim, sofra kurarlar.
Karagöz: Haa, sofra kurarlar.
Hacivat: Sofranın üstüne dört ayaklı ne korlar?
Karagöz: Dört ayaklı… (Düşünür.) Kedi korlar.
Hacivat: Değil Karagöz’üm masayı korlar.
Karagöz: Peki, canım koysunlar.
Hacivat: Sonra birer tas çorba getirirler.
Karagöz: Benimki işkembe olsun!
Hacivat: Peki, canım! Sonra bu çorbalara bir şey sıkarlar. Nedir bu?
Karagöz: Sıkarlar, sıkarlar… Kaşık sıkarlar.
Hacivat: Hayır canım, kaşık dizilir.
Karagöz: Sıkarlar, sıkarlar… Tuz sıkarlar.
Hacivat: Birader, tuz ekilir.
Karagöz: Sıkarlar, sıkarlar… Ekmek sıkarlar.
Hacivat: Canım, ekmek doğranır.
Karagöz: Sıkarlar, sıkarlar… Biber sıkarlar.
Hacivat: Hayır, biber serpilir.
Karagöz: Sıkarlar, sıkarlar, sıkarlar… Eee, artık misafirler dişlerini sıkarlar.
Hacivat: Canım, neden?
Karagöz: Birisi başlasın da sonra biz başlayalım, diyerekten.
Hacivat: Efendim, değil. Çorbanın içine ne sıkarlar? Onu soruyorum.
Karagöz: Hoppalaa! Sıkarlar, sıkarlar…
Hacivat: Ne sıkarlar?
Karagöz: Tabanca sıkarlar.
Hacivat: Tabancanın ne işi var?
Karagöz: Şehriyelerle pirinçler kavga ediyorlarsa ayrılsınlar diye.
Hacivat: Karagöz’üm, limon sıkarlar. Benim de sana söylemiş olduğum “Bir ufacık fıçıcık, içi dolu turşucuk”, “limon” değil mi?
Karagöz: Bunu kim bilmez be! Şurada oturan mini mini yavrular bile bilir. Sen şimdi bilmeceyi benden dinle.
Hacivat: Benim bilmecelere karnım tok.
Karagöz: Dinle bakalım.
Hacivat: Söyle Karagöz’üm!
Karagöz: Çabuk bilme haa!
Hacivat: Canım, söyle bakalım nedir?
Karagöz: E üstünde kaydırmaca.”
Hacivat: Gayet basit: Sabun.
Karagöz: Peki,”Dil üstünde kaydırmaca.”
Hacivat: Efendim, dondurma.
Karagöz: (Hacivat’ı dövmeye başlar.) Ben sana çabuk bilme demedim mi?
Hacivat: (Gider.)